Aslında nasıl anlatılır, neden anlatılır bilmiyorum ama insan eline bebekken gelen, hayatının merkezine yer eden, 8 senesini paylaştığı köpeğini kaybedince darma duman oluyormuş… Onu kaybeder kaybetmez yazdım bu yazıyı ama elim varmadı tamamlamaya. Günler geçtikçe acım format değiştirdi ama bu sefer de özlemim arttı!
Benim Jack Paşa ile hikayemi bilmeyen yoktur. Daha Aytek ile evlenmeden bizim oldu O… Geldiğinde 9 haftalıktı. O bizimle büyümeye başlarken, biz de onunlayken evlendik, taşındık, güldük, ağladık, gezdik, çocuk sahibi olduk… Oldu da oldu. Onunlayken çok şey oldu.
Hepsi güzel ve kolay mıydı derseniz? Tabi ki Hayır! Zordu hem de çok zordu. Çişini öğrenene kadar yerleri deterjanla silmekten ellerim açık yara oldu. Sabun bile değdirmeyeceğim kadar açıldı kan revan içinde kaldı ellerim. Daha 8 aylıkken Kalamış’a tanışınınca, benimle 4 ay kadar Emirgan’a o zaman çalıştığım ajansa işe geldi. Çünkü evde sıkılır, çişi gelir diye kıyamadım. Sonunda ikimize de zor olunca ben istifa ettim ve kendi pr ajansımı kurdum… Bu arada biz iki deli taşınma kararı aldığımızda, ev alternatiflerini Jack Paşa’ya göre seçmiş ve Kalamış’a da o rahat etsin, Kalamış parkına da yakın olsun diye taşınmıştık.
Biz hiç bir zaman bir arkadaşımızda spontone kalamadık, hep Jack’in çiş saatinde eve gelmemiz gerekirdi. Ya da kimi zaman oturduğumuz mekandan dönüp, onu gezdirip, biraz evde onunla oynayıp arkadaşlarımızın yanına geldik. Hatta ben bir keresinde işimin akşama uzayacağını farkedince abartıp, Avrupa yakasındaki iki toplantım arasında öğleden sonra eve dönüp gezdirmiş ve karşıya geri dönmüştüm. Mesela biz hiç bir zaman anlık haftasonu kaçamakları yapamadık çünkü Jack her yere gelemezdi ve önce onun otelinin ayarlanması gerekirdi.
Hasta oldu Jack Paşa, defalarca ameliyat oldu, başında uyumadan ağlayıp bekledim. Acısıyla bana teslim oluşu beni bitiriyordu zaten… En acıyan yerine bile pansuman yapsam dönüp bakmazdı, can acısından ölse dişini göstermezdi. İçten içten vik vik ağlardı sadece, bir de kafasını bana koyup bakardı saf saf…
Geceleri kucağımda kafasını karnıma koyup uyurdu. Yatakta aramızda yattığı zaman sabaha Aytek de, ben de tutulmuş kalkardık. Ama yine de manyak gibi severdik onu yatağa çağırmayı…
3 kez eğitim aldı ama hiç biri işe yaramadı. Çünkü o heyecanıyla ünlü bir hiperaktif bir deliydi ve adını bile duymazdı dışarı çıkınca heyecandan. Siz hiç bacağını kaldırıp işerken yürümeye çalışan ve bu esnada arkadasından gelenlere baktığı için ağaca veya direğe çarpan köpek duydunuz mu? Muhtelemen duymadınız çünkü o şapşallıklarda tekti!
Tüm eğitmenler ‘Jack gibi bir köpeğim olsun isterim’ derdi çünkü karakteri arama kurtama çıkmıştı. Hayatı oyundu… Maksat eğlence olsun, vursun sazlar oynasın Jack kafasıyla yaşadı tüm günlerini. Eğitmenin yanında mum olan Jack, adam idare etmeyi çok iyi bilirdi ve bizi parmağında oynatır, bizimleyken saçmalardı.
Kedilerden nefret ederdi. Hayalim onun kafasında, sırtında, tepesinde yatan bir kedi de almaktı ama sokakta o kadar çok kedi saldırdı ki Jack’e, hayvan nefret üstüne nefret etti ve benim bu hayalim maalesef suya düştü.
Parkta 6-7 köpeği yorgunluktan bitirir, bir sonrakini oyuna alır kendi devam ederdi. Parka bizi bulmaya gelen yavru köpek sahiplerini bile gördüm ben bu hayatta. ‘Jack diye bir Alman Kurdu varmış, bizimkini de oynatsa da akşam bizimki uyusa’ dediler bana düşünün!
Bu hiperaktiflik eğlenceli görünse de sosyal hayatta çok ama çok zordu. Hiç bir yerde duramaz, 2 saniye otursa ağlamaya söylenmeye başlar, koştukça açılırdı. Bir keresinde Ömerli’de bahçede koşmaktan bayılıp, acil veterinere yetiştirip, serum yemişliği vardı.
En büyük sürprizi Eliz ile vermişti! Evet ilk başta nefret etti bu durumdan. Üstüne bir çocuk gelmesinden hiiiç hoşlanmadı ilk başta ama Eliz’in ilk olarak peynirlerini onunla paylaşması ile işler değişti. Eliz’e karşı limiti sınırı yoktu. Bizim yatarken az sarılsam da sevsem diye yanına gittiğimizde 3 saniyede koşup oyuncak getirerek hevesimizi kursağımızda bırakan Jack, Eliz yanına gelince yarım saat kalmadan kendini sevdirirdi.
Bir insanı ısırma ihtimali bile yoktu. Hatta köpekten korkan insanlara, köpek alıştırma desteği vermişliğimiz vardı. Ama Eliz’e aşkı çok başkaydı. Eliz istediği gibi sarılıp, üstünde uyuyabilir, öpebilir, sıkıştırabilirdi.
Eliz’e de defalarca çarpıp düşürdü, yalamaktan sıkıp ağlattı ama onu çok sevdi… Eliz de onu çok sevdi çünkü hastaneden evimize geldiği günden itibaren yatağının yanında Jack vardı. ”Benim Jack’im” diye seviyordu ve ‘o senin değil benim köpekim!’ diye benimle kavga ediyordu.
Ama Jack, 4 Eylül 2017’de son gününü yaşadı. Köpek gezdirme alanında koştu, geçen köpeklere havladı, sonra tam tasmasını takıp çıkaracakken yere yığıldı ve kaldı. Nasıl yardım çağırdım, ‘köpeğime bişey oldu nolur gelin dedim, imdat! dedim, yardım edin!’ dedim hatırlamıyorum. Bir kaç kişi geldi ama ben en baştan anladım onun öldüğünü. Sakinleştirmeye çalışsalarda o gitmişti. Veteriner, Aytek’e haber derken herşey bitti, Jack gitti. Kalp kriziymiş onunki ve bir anda olabilirmiş işte böyle.
Evde yemeği hazırdı aslında ve parka inmeden önce Eliz, onu çok sıkı sevmişti. Hatta o kadar fena sıkıştırdı ki hayvanı ‘tamam yeter sıkıldı çocuk’ diye ben Eliz’i uyardım. İyi dayanıyor bu hayvan sana dedim bir de:( Son sevişmeleriymiş.
Aytek ile Eliz aşağı indi, ben Eliz’i aldım Aytek de baktı Jack’e ama yapacak bişey yoktu. Eliz’e ‘Jack çok hasta oldu, biraz yattı orada dinleniyor’ dedim refleksle. ‘Doktor ablayı çağırdım şimdi gelip nani nani hastaneye gidecekler’ dedim. ‘Ağlama anne kıyamam sana’ dedi ve küçücük elleriyle boynuma sarıldı. Ayrıca ilk kez ‘kıyamam’ dedi bu dünyada. O kelimeyi bildiğini bile farketmemiştim. Ama öyle bir anda dedi ki offff!
Bir telefon uzağımdaki canım Büşra’yı aradım biraz kendime gelince… ‘Napcam ben, ne diycem Eliz’e?’ diye sordum… ‘Şimdilik hasta demen iyi olmuş, sordukça bir daha gelemeyeceğini söylersin doğru zamanda’ dedi.
Beni çekiştire çekiştire parka gelen Jack’im bir arabaya binip gitti. Bense elimde boş kalan tasmamla, kucağımda Elizimle, üzüntümü çok da belli edemeden eve döndüm.
Ne demek olduğunu sanırım tarif etmem zor ama evde onun ayak sesi olmadan, nefesi olmadan büyük boşluk varmış onu öğrendim. Çok pis bir acıymış onu gördüm… Gözüme bakarak öldü, onu sevdim öptüm ama bazen çok söylensem de onsuz yaşamak ne garip bişeymiş daha 2 saat geçmeden onu gördüm…
Şimdi Eliz’i çok üzmeden, hayatın gerçekleriyle tanıştırma vaktim geldi. O da maalesef hayatta ilk kaybını yaşadı ve bununla yüzleşmek zorunda kaldı. Tek dileğim hepimizin bunu kolay kabullenebilmesi ve şaşkın Jack Paşa’yı aklıma her geldiğinde şimdiki gibi ağlaya ağlaya değil, gülümseyerek hatırlayacağımız günlerin tez zamanda gelebilmesi…
Siz de 4 ayaklı dostlarınızla ve hep sevgiyle kalın… Hem de en safından…